Hayatta düşüşe geçtiğin zamanlar gelecek. Geldiyse de geçecek. Geçeceğine olan inancım hep sapasağlam yer etmiş içimde. Gecenin bir yarısı motordan düşüp ormanın içine yuvarlandığımda, ayağa kalkıp söylediğim ilk cümleyle bile göstermiştim bunu kendime. ‘Buradan bir şekilde kurtulacaksın nasılsa. Soğukkanlı ol ve mantıklı düşünmeye çalış. ‘
Yaralarım hiç hafif değildi ama hastaneye gitmem gerektiğini çok sonra farkettim. Hayatta kalma içgüdüsü nasıl bir şey biliyormusun? Acıyan yerlerini bile hissetmiyorsun. En önemlisi de geçmişe değil, geleceğe odaklanıyorsun. Yaşadıkların için değil, sadece yaşamadıkların için üzülebiliyorsun. Bu ilginçtir ki gündelik hayatta insanlar hep yaşanmış bitmiş olanlara üzülmekle, bazen bir kağıt kesiğine ağlamakla harcıyor zamanını.
Bense bir yandan yoldan geçen araçlardan yardım isterken, hiç durup bakmayan insanların acımasızlığına üzülüyordum. Diyorum ya, kötü şeyler hep başkalarının başına gelir, bir gün senin de başına gelebileceğini düşünmek ne zor. Neyse ki ben empati kurmayı meslek hayatımda çokça öğrendim zaten. Gözlerimin önünde ölüme giderken, elimden hiçbir şeyin gelemediği hastalarımdan öğrendim en çok, elimden gelen bir şey varken yapmayı.
Etraf kapkaranlıktı. Telefonum çekmiyordu ve şarjı % 1’di. Yedek şarjı almayı unutmuş olmak da, gecenin bir vakti henüz acemi olmama rağmen o uzun yola çıkmak da benim hatamdı. En yakın köye en az 20 km vardı. Motoru tekrar kaldırdım, aslında çok ağırdı ve bunu nasıl yaptım ben de bilmiyorum. Tekrar çalıştırmayı denedim ama olmadı. Bozulmuştu. Neyse dedim kendime, dün neredeyse kafama hindistan cevizi düşecek, ölecektim. Böyle trajikomik bir sonum olmasına tercih ederim, geceyi ormanda geçirmeyi. En kötü ihtimalle bir hayvana yem olurum. Kara mizahıma gülmeye başladım. Artık yardım istemeyi de bırakmıştım. Tek tük araba geçiyordu zaten.
Bir süre sonra ormanın karanlığının içinden bana yaklaşan bir çift göz gördüm. Bir insandı bu. Nereden çıktığını hiç anlamadım. Ve daha önemlisi buna sevinsem mi üzülsem mi emin değildim. Acaba hangi niyetle geliyor bilmiyorum ki. Köylü görünümlü bir amca yaklaştı. Önce İngilizce derdimi anlatmaya başladım. İngilizce bilmediğini anlayınca işaretlerle motorun bozulduğunu söyledim. Aldı motora bindi. İlk hareketle çalıştırdı. Suratımdaki ifadeye gülmeye başladı sonra. Ben 2 saattir burada kıvranırken bunu neden yapamadım. Acemiliğimle ilgili bir şeymiş işte boşver.
Amcaya dualar ederek yola çıktım tekrar. Artık motoru kullanmakta çok zorlanıyordum, korkuyordum, dengede durmakta çok zorlanıyordum. Dizlerim hala kanıyordu. Bu halde can çekişerek 2 saat daha kullandım.
Otelime döndüğümde bacaklarıma dikişler atılmıştı, tüm yorgunluğumla yatağa attım kendimi. Kafamdaki soru şu: ertesi günü çok daha uzun, 200 tane virajı, iniş ve yokuşlarıyla ünlü bir yola, Chiang Mai’den Pai’ye gitmeyi planlıyordum. Bugünden sonra bunu yapabileceğime emin değildim. Hem korkum, hem de sakatlığım yüzünden.
Çok düşünmedim sonra, yolda olmanın verdiği o deli cesaretine yeniden kapılıp 2 gün sonra çıktım o yola. Tayland gezimin en güzel günlerini Pai’de geçirdim. İyi ki dedim, iyi ki korkularıma yenik düşmemişim. Tüm gezgin ruhlara selam olsun.